10 Mayıs 2010 Pazartesi

BİR LODOS GÜNCESİ

“Alice harikalar diyarın’da”yı bilirmisin sen? Ya, orada hep kontesin partisine yetişmeye çalışan frak giymiş tavşanı hatırlıyor musun? Boynunda kocaman çalar saati asılı, ha bire bir yerlere koşturan, ama hiçbir zaman o partiye yetişemeyen, kim bilir belki de yetişmek istemeyen tavşanı?


“Vaktim yok, vaktim yok. Çok geç kaldım çok geç!”

***
İstanbul…
Gizemli aşk şehri, ta ezelden beri.
Benim için anlamını sadece martılara teslim eden, korunmasız bir çocuk ama bir o kadar da işveli, çılgınca sevilen ve belli edilmeyen bir lodos şehri.
“Tarih not etmek ancak mazisinden korkanlar içindir” dediğimde yine de bir tarih atmıştım ilk öyküme. Ama gerçek miydi ya da ne gerçek ne yalandı bilmiyorum şimdilerde.
Sadece seni hatırlıyorum, ıslak bir umarsızlığın içinde kaybolmuş beni bulmayı değil, sadece olduğum gibi görünen beni bulmaya çalışan seni görüyorum.

***

Hava lodos, dışarıda yağmur. Bir otel odası İstanbu’lda… Sanıyorum yaşamaktan korkuyordum. Hayatımı kıt bir kaynakmış gibi iradeli harcamak istemiyordum. Ürkek bir yaşamdı benimkisi. Kendini tutmak, geri çekilmek… Hep böyle yapmıştım ve bu önemliydi.
Ama o gece, gizin karmaşıklığı, tümüyle bambaşkaydı. Aynanın öbür tarafından bana açılan saklı yerdin. Pürüzsüz bir yüzeye dokunurken parmaklarım ve buna bağlı ruhum gömülerek öte tarafa geçti. Ayna gibi. Kendimi görüyordum, seni görüyordum, ikimizi, birimizi, hiçbirimizi. Bilmiyordum. Belki bilmem de gerekmiyordu.
Beni, her öptüğünde ayna buğulanıyor. Ve ben düşünmeyi bırakıyorum. Senin içinde ve yine içinde saklı olan mekânda sadece olmak istiyorum. Sorgu sual olmaksızın, istediğin zaman gelip gitmekte özgür olmanı istediğim bir ütopya yaratmak istiyorum belki de. Bilmiyorum.
Ben hiç bilmediğim şeyler yaşıyorum.
Tarih atmak istiyorum bunların hepsine. Ama kırık bir şekilde bir yerlerde kalır ve sonrasında üzülürüm diye hiç düşünmemeye çalışıyorum. Sadece susuyorum. Zira üstün bir bilge değilim ben. O kadar çok yanlış yapan ben, “bunun böyle yapılması gerekiyor” diyebilecek konumda değilim.
Sadece seni beni uzunlamasına kesip bir bütün olarak nasıl görüneceğini düşünüyorum. Belki de zaman, dikey olarak üst üste yığılıyor. Belki geçmiş ve gelecek yoktur. Sadece eş zamanlı gerçeklik kavramı vardır. Zamanı geri döndürebilseydim eğer seninle olurdum. Ve bunu yapmayı her şeyden çok istiyorum. Sanırım başaracağım. Ancak yardımın gerekiyor.
Bana neler yapıyorsun?
Yüzünle, bedeninle, yürürken, uzanırken, yemek yerken, aşkın silueti oluverdin. Sana dokunduğumda, senden daha derin şeylere dokunduğumu hissediyorum. Bu da benim derinim işte…..
Galiba şunu biliyorum ki; sevgim ne kadar uysalsa, sevgi olmaktan o kadar uzak bir şeydir. İşte bu yüzden eğer neden sakin bir sevgin yok dersen, “seni sakin sevmenin, seni hiç sevmemek” olduğunu söyleyebilirim.

***

Sadece bilinen İstanbul lodosu, Islak martılar ve sarhoş balığın açmazı olacak hayatımızda!

Hiç yorum yok: